20 Ocak 2010 Çarşamba

EVRENİN VE İNSANIN OLUŞUMU

Gönderen Hasan Sevin

EVRENİN VE İNSANIN OLUŞUMU

Bilim adamları,”Jeolojik Tabakalama Sistemi” ve “Radyoaktif Metot” yöntemleriyle yaptıkları saptamaya göre, evrenin ve insanın oluşumunu şöyle açıklıyorlar:
—15 milyar yıllık evrende ilk canlılar 340 milyon yıl önce denizlerde görülen bitkilerle yosunlar oldu.
—310 milyon yıl önce balıklar görüldü.
—300 milyon yıl önce hem denizde, hem karada yaşayan Amfibiler türedi.
—270 yıl önce insana yakın maymun türü olan hamidiler gelişti.
—Bir milyon yıl önce de iki ayakları üzerine dikilen ilk insan oluştu.
Bilim adamı Daniel Cohen’in “Umudum Genleri” adıyla dilimize çevrilen yapıtına göre, insanlarla
Maymunları birlikte kapsayan memeliler takımı Primatlar,65 milyon yıl önce yaşamışlardır.8 milyon yıl önce Hominides denilen insan benzeri yaratıklar meydana gelmiş.4 milyon yıl önce Ostralopitek türü belirmiş ve 2 milyon yıl önce de Homo Erectus oluşmuş. Yaklaşık 100 bin yıl önce ise bugünkü insan tipi olan Homo Sapiens dönemi başlamıştır.
Ancak bu insanların beyinleri, işlevini yerine getirmedikleri için, bilinçsiz hayvan gibi yaşadılar.
Süreç içinde gelişim gösteren insan beyni, ilk kez 50 bin yıl önce çalışmaya başladı.40 bin yıl önce ateşi buldu. Yerleşik düzene geçmesi, mal-mülk edinmesi ve bilgi birikimine yönelmesi 30 bin yıl önce oldu.10 bin yıl öncede uygarlığı yakaladı. Ve yaşadığımız çağda, yaratığı teknolojiyle uygarlığın doruğuna ulaştı.
Oysa inanç, gelişimin ön koşulu olan değişimi reddeder.
A’raf Suresi 54.ayette “Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonra arsa hükmeden gün-
düzü – gece ile bürüyen, güneşi, ay’ı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah’tır, diyor. Bakara Suresi 29. ayette,”O Allah’tır ki yeryüzündekilerin tümünü sizin için yarattı.” 30.ayette,“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.”Enam Suresi 165.ayette ve Fatır Suresi 39.ayette “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan O’dur.”Ve Hucurat Suresi 13.ayette de”Allah, Âdem’i, insanı kendi nurundan yarattı, ona cemalinden cemal kattı.”Allah, Âdem’i yarattığı gün, O’nu kendi benzeyişinde yaptı. Onları dişi, er kek yarattı.” Diyor. Ayrıca, A’raf Suresi 166. ayette de “Kendilerine edilen yasakları aşınca, onlara “Aşağılık birer maymun olun dedik”.İlahi emirleri dinlemeyenleri maymun ettik, diyor.
İnanca göre İlk insan âdem’dir. Âdem ise bilime göre İsa Peygamber’den 4 bin yıl önce dünyaya gelen ve uygarlık dönemini yaşayan bir insandır. Oğulları Habil sürü sahibi, Kabil ise çiftçi kimliğiyle yerleşik düzende yaşamışlardır. Âdem Peygamber’in altıncı göbek torunu İdris, iğne ile elbise diken ve diktiği elbiseyi giyen ilk insan olmuştur. İdrisin üç göbek torunu Nuh ise, suda yüzen gemi ile tufanda canları kurtarmıştır. Bilinmektedir M.Ö 287–212 yılları arasında yaşamış olan ünlü Yunanlı matematik bilgini Arkhimedes (Arşimet),cisimlerin su yüzünde kalışını ilk keşfeden kâşiftir. Beyni çalıştıkça ilkel toplumdan uygar topluma geçen insan, çok tanrılı dönemden, tek tanrılı döneme de geçti.
Önceleri kendisinden güçlü olan nesnelere, aya, güneşe, yıldızlara, ulu ağaçlara, dağlara ve kendi yaptıkları putlara Tanrı diye taptı insanlar.
Örneğin: İbrahim Peygamber’in Tanrı arayışı Kuran’da şöyle verilmektedir. Enam Suresi, ayet 76–79 “İbrahim’in üzerine gece düşünce, bir yıldız gördü” işte Tanrı’m bu dedi.”Batıp gidenleri sevmem”diye hayıflandı. Ay doğarken görünce:”Tamam Tanrı’m bu olmalı”dedi. O da batınca hüsrana uğradı… Sabahleyin güneşi görünce:”Bu daha büyük” mutlaka benim Tanrı’m bu olmalı:”dedi. O da batınca şöyle seslendi:”Ortak koştuğunuz şeylerden uzağım ben! Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Beyni çalışan insanlar, daha sonraki süreçte görünmeyen, bilinmeyen bir tanrı kavramını yakalayıp ona tapar oldular. Böylece dinler, peygamberler, kitaplar çıktı ortaya. Sonra bu dinlerde mezhepler oluştu.
Örneğin: Hırıstiyanlık’ta Katolik, Ortodoks, Protestan gibi.
Müslümanlıkta Hanefilik, Şafilik, Hanbelîlik, Malikilik, Caferilik, Şiilik gibi mezhepler toplumda yer aldı. Aynı zamanda yüzlerce tarikat türedi. Papazlar, Hahamlar, Keşişler, Şeyhler, Şıhlar ve de bunlara tabi olan müritler çoğaldı. Böylece her kafadan bir ses çıktı, herkes kendisinin haklı olduğunu söyledi. Bu süreçte güçlü olanlar, güçsüzleri ezmeye, horlamaya, kırmaya yönelik üstünlük kurmaya başladılar. Oysa Hucurat Süresi 11.ayette”Ey insanlar! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın, belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlarda başka kadınları alaya almasınlar, belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın, inandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir adıdır. Tövbe etmeyenler, işte onlar zalimdirler.”
Ve böylece; Bin yıldır Anadolu’da kendini üstün görenler,21.Yüzyıl’da bile, kendi düşüncesinde olmayan insanlara, insanca yaşam yolunda eziyet çektirmektedirler
20.02.2009
HASAN SEVİN.


DEMOKRASİ

“Halkın, Halk Tarafından, Halk İçin İdaresi”

DEMOKRASİ, bir ülkedeki işleri halkın yönetmesidir. Grekçede “demos” (halk) ve “kratein” (idare) kelimelerinden yapılmış “demokratia “ sözünden gelir. Buna göre, demokrasi,”halk idaresi” anlamındadır. Ancak, bu söz, çeşitli anlamlarda da kullanılmaktadır:
1-Gerçek anlamıyla, demokrasi, siyasi kararların, doğrudan doğruya bütün yurttaşların oy çokluğuyla alındığı bir hükümet şeklidir. Bu tür demokrasi, çok kez,”asıl (doğrudan doğruya) demokrasi” adıyla anılır.
2-Yurttaşlar, siyasi haklarını doğrudan doğruya değil de, seçtikleri temsilciler yoluyla kullanırlar.
Buna da,”temsili demokrasi” denir.
3-Çoğunluğun iktidarı, azınlığında haklarını (konuşma, din özgürlüğü gibi) güvence (teminat) altına alan anayasa hükümleriyle sıralanmış bir demokrasi çeşididir. Buna da “Liberal”, ya da “meşruti” demokrasi denir.
4-“Demokratik” sözü, çoğunlukla, toplumsal ve ekonomik farkları azaltmak, servetin dağılışını düzenlemek amacını güden toplumsal ve siyasal sistemler için kullanılır. Bu sistemlerin, gerçek yönetim şeklini açıkladığımız ilk üç idare tarzından birine girip girmemesi önemli değildir. Bu dördüncü çeşit demokrasi de, “sosyal”, ya da “ekonomik” demokrasi diye bilinir.
Bu yanlışlığa meydan vermemek için, terimin çeşitli kullanışlarına çok dikkat etmek gerekir.
Demokrasinin Temel İlkeleri:
Demokrasi, bugünkü anlamıyla, bir hükümet şekli olduğu gibi, toplum hayatını düzenleyen bir anlayış tarzıdır. Demokraside, soy, servet, ırk gibi özellikler, hiç kimseye başkalarına karşı bir üstünlük sağlamaz. Demokratik yönetimde, yurttaşlar arasında büyük ekonomik farklar olmaz.
Demokrasi, aynı zamanda, yurttaşların hükümet baskısı altında kalıp ezilmesini de önler. Böyle bir yönetim şeklinde, yurttaşların konuşma, basın ve din özgürlüğü vardır. Ayrıca, demokrasi, yurttaşlara, dirlik ve düzenliği bozmamak şartıyla, hükümete muhalefet etme hakkını da verir; tek parti sistemine müsaade etmez. Bu yönetim şeklinde, kanun karşısında herkes eşit sayılır. Kölelik yoktur. Demokratik yönetimde, bir bilim adamı, hangi alanda çalışırsa çalışsın, kanunlara aykırı olmamak şartıyla, görüşlerini serbestçe açıklayabilir. Demokrasi, bir fazilet mücadelesi olmalıdır.
“Asıl demokrasi” diye tanımladığımız demokratik yönetimin çok eski bir tarihi vardır. İlkel toplumlarda, asıl demokrasinin var olduğu, bugün bilinmektedir. Dolaysıyla, demokrasinin başlangıcı, tarih öncesi zamanlara kadar uzanıyor, demektir. Bugünkü siyasal anlayışa göre ise, demokrasi, Eski Yunanlılar zamanından sonra başlamış sayılmaktadır.
20. yüzyılda, yeni devletlerin çoğu, demokrasiyi benimsediler. Ancak, bu tür yönetime karşı, yer yer muhalefet de görülmeye başlandı.
Halk arasında, “demokrasi” ile “cumhuriyet” kavramlarının aynı anlama geldiği, bilinmektedir.
Oysa,demokrasi: Bir ülkedeki işlerin halkın yönetmesidir, cumhuriyet ise: Bir devlet yönetim şeklidir.

CUMHURİYET
CUMHURİYET bir devletin yönetim şeklidir. Cumhuriyet yönetiminde, halk egemenliği elinde bulundurur; bunu, seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır.
Anayasa hukuku, devlet şekillerini iki türe ayırır:
1-Monarşiler: Devlet kuruluşunun bir tek kişi çevresinde örgütlenişidir.
2-Cumhuriyetler: Devletin başında, belirli bir süre için seçimle gelen bir başkan vardır; onun çevresinde de çeşitli meclisler bulunur.
Tarih boyunca gelip geçmiş devletleri de, bugünküleri de, bu iki kategoriden birine sokabiliriz. Ancak, bunların hiçbiri de, ötekine tıpatıp benzemez. Bu noktayı hatırda tutmak şartıyla,”cumhuriyet”
adını verdiğimiz devlet şeklinin ana çizgilerini şöyle belirtebiliriz:
Bu kelimenin sözlükteki anlamı,”halka mensup hükümet şekli ki,hükümdarın yerine halkın seçtiği bir başkan bulunması…” dır.
Bir cumhuriyet yönetimi, gerçek anlamıyla, demokrasi değildir. Çünkü demokrasi, doğrudan doğruya ülke halkının, bir araya gelip kanunlar yapması, bu kanunları uygulayacak kimseleri seçmesi demektir. Oysa ülkelerdeki nüfus çoğunluğu, gerçek ve saf demokrasinin uygulanmasına hiçbir zaman olanak vermez. Bu bakımdan da, vatandaşların büyük çoğunluğunun oyuyla bir meclis, ya da meclisler seçilir. Bu meclis ülkeyi yönetir. Bu tür cumhuriyetler, saf demokrasiye en yakın yönetim tarzıdır, denebilir.
Çağımızın cumhuriyetle yönetilen devletlerindeki ana kuruluşlar ve temel fikirler şunlardır:
Devlet Başkanlığı: Belli bir süre için, seçimle gelir. Bu makamın yetkileri az, görevleri sınırlı ve çok kez de temsili niteliktedir.
Yasama Organı: Secimle gelen ve halkın vekili sayılan bir, ya da iki meclisten kurulur.
Yürütme Organı: Meclislere hesap vermekle ödevli “kabine”ye denir. Ya devlet başkanının, ya da hükümet başkanının sorumluluğu ve yönetimi altında çalışır. Bu teknik “idare”,vatandaşa karşı, özgürlük ve eşitlik ilkelerine uygun kanunlar çerçevesinde, yan tutmadan davranmak zorundadır; aynı zamanda, yürütme organının kamu hizmetlerini görme aracıdır.
Yargı Organı: Başta anayasa mahkemesi ile her derecedeki adli ve idari mahkemeler, bağımsız yargıçlardan kurulmuştur. Bunlar, millet adına,”yargılama ve hüküm verme” hakkını kullanma yetkisine sahiptirler.
Cumhuriyete iki ana fikir hâkimdir: özgürlük ve eşitlik ilkeleri. Genel olarak insanlara, özellikle de yurttaşlara tanınmış olan bütün temel haklarla çeşitli özgürlükler, bu iki ana fikirden doğup gelişmiştir.
Yurdumuz, en ideal devlet yönetimi olan cumhuriyete, ancak Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kavuşabilmiştir. Daha önce, Osmanlı İmparatorluğu, meşruti bir monarşiyle yönetilmekteydi. Kurtuluş Savaşı’ndan önce, bu imparatorluk çökmüş, yurdumuzu düşmanlar istila etmişti. Mustafa Kemal Atatürk, halkı ile; Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, sünnisi ve alevisiyle elelevererek, birlikte vatanını kurtarıp, bağımsızlığa kavuşturdu. İdare şekli cumhuriyettir dedi.
Hal böyleyken, günümüzde, demokrasi ve cumhuriyet adına yaşanan ve yaşatılanların, atalarımızdan miras kalan bu güzel sistemle ne kadar örtüşür. Bugünkü halimizin sebebi, halk mı? Siyasiler mi?
Son olarak da, diyebiliriz ki, cumhuriyet rejimi, yürütme ve yargı hakkıyla yetkisinin kaynağının halkta olduğu inancına dayanan bir rejimdir. Bu inanç yitirildiği, ya da bir yana itildiği gün, Montesguleu’nün belirttiği gibi, devletin adı ne olursa olsun, cumhuriyet bir cesetten ibaret kalır.

19.Ocak.2010
HASAN SEVİN

Posts Relacionados:

Comente!!

Yorum Gönder


By Dicas Blogger e C�digos Blog